>>Hayatı
>>40 Hadis
>>Böyle Bir Dostunuz Oldu mu?
>>Peygamberlerimizin Sabrı
>>Naat-ı Şerif
>>Veda Hutbesi

Allah (C.C) Dostları

>>Hz.Ali(R.a)
>>Ebu Talha
>>Hz.Ubeyde
>>Hz.Ömer(R.a)
>>Hz.Mu’âviye
>>Abdullah-i Ensâri
>>Hz.Ebubekir
>>İmam-ı Rabbani
>>Cüneyd-i Bağdadi Hazretleri
>>Akşemseddin Hazretleri
>>Mevlana Halid-i Bağdadi
>>Hasan-ı Basri Hazretleri

İlim Tr

Hz.Ömer (R.a)

ÖMER B. HATTAB (r.a)
>İkinci Raşid Halife. İslâmı yeryüzüne yerleştirip, hakim kılmak için
>Resulullah (s.a.s)'ın verdiği tevhidî mücadelede ona en yakın olan
>sahabilerden biri. Hz. Ömer (r.a), Fil Olayından on üç sene sonra Mekke'de
>doğmuştur. Kendisinden nakledilen bir rivayete göre o, Büyük Ficar
>savaşından dört yıl sonra dünyaya gelmiştir (İbnül-Esîr, Üsdül-Ğâbe, Kahire
>1970, IV,146). Babası, Hattab b. Nüfeyl olup, nesebi Ka'b'da Resulullah
>(s.a.s) ile birleşmektedir. Kureyş'in Adiy boyuna mensup olup, annesi, Ebu
>Cehil'in kardeşi veya amcasının kızı olan Hanteme'dir (bk. a.g.e., 145).
>
>Kaynaklar Hz. Ömer (r.a)'in müslüman olmadan önceki hayatı hakkında fazlaca
>bir şey söylemezler. Ancak küçüklüğünde, babasına ait sürülere çobanlık
>ettiği, sonra da ticarete başladığı bilinmektedir. O, Suriye taraflarına
>giden ticaret kervanlarına iştirak etmekteydi (H. İbrahim Hasan,
>Tarihul-İslâm, Mısır 1979, I, 210). Cahiliyye döneminde Mekke eşrafı
>arasında yer almakta olup, Mekke şehir devletinin sifare (elçilik) görevi
>onun elindeydi. Bir savaş çıkması durumunda karşı tarafa elçi olarak Ömer
>gönderilir ve dönüşünde onun verdiği bilgi ve görüşlere göre hareket
>edilirdi. Ayrıca kabileler arasında çıkan anlaşmazlıkların çözümünde etkin
>rol alır ve verdiği kararlar bağlayıcılık vasfı taşırdı (Suyûtî,
>Tarihul-Hulefâ, Beyrut 1986, 123; Üsdül-Ğâbe, IV, 146).
>
>Hz. Ömer, sert bir mizaca sahip olup, İslâma karşı aşırı tepki
>gösterenlerin arasında yer almaktaydı. Sonunda o, dedelerinin dinini inkâr
>eden ve tapındıkları putlara hakaret ederek insanları onlardan yüz
>çevirmeğe çağıran Muhammed (s.a.s)'ı öldürmeye karar vermişti. Kılıcını
>kuşanarak, Peygamberi öldürmek için harekete geçmiş, ancak olayın gelişim
>şekli onun müslümanların arasına katılması sonucunu doğurmuştu.
>Tarihçilerin ittifakla naklettikleri rivayete göre, Ömer (r.a)'in müslüman
>oluşu şöyle gerçekleşmişti: Ömer, Resulullah (s.a.s)'ı öldürmek için onun
>bulunduğu yere doğru giderken, yolda Nuaym b. Abdullah ile karşılaştı.
>Nuaym ona, böyle öfkeli nereye gittiğini sorduğunda o, Muhammed (s.a.s)'i
>öldürmeye gittiğini söylemişti. Nuaym, Ömer'in ne yapmak istediğini
>öğrenince ona, kızkardeşi ve eniştesinin yeni dine girmiş olduğunu söyledi
>ve önce kendi ailesi ile uğraşması gerektiğini bildirdi. Bunu öğrenen Ömer
>(r.a), öfkeyle eniştesinin evine yöneldi. Kapıya geldiğinde içerde Kur'an
>okunmaktaydı. Kapıyı çalınca, içerdekiler okumayı kesip, Kur'an sayfalarını
>sakladılar. İçeri giren Ömer (r.a), eniştesini dövmeye başlamış, araya
>giren kızkardeşinin aldığı darbeden dolayı burnu kanamıştı. Kızkardeşinin
>ona, ne yaparsa yapsın dinlerinden dönmeyeceklerini söyleyerek
>kararlılığını bildirmesi üzerine, ona karşı merhamet duyguları kabarmaya
>başlamış ve okudukları şeyleri görmek istediğini söylemişti. Kendisine
>verilen sahifelerden Kur'an ayetlerini okuyan Ömer (r.a), hemen orada imân
>etti ve Resulullah (s.a.s)'ın nerede olduğunu sordu. O sıralarda
>müslümanlar, Safa tepesinin yanında bulunan Erkam (r.a)'ın evinde gizlice
>toplanıp ibadet ediyorlardı. Resulullah (s.a.s)'ın Daru'l-Erkam'da olduğunu
>öğrenen Ömer (r.a), doğruca oraya gitti. Kapıyı çaldığında gelenin Ömer
>olduğunu öğrenen sahabiler endişelenmeye başladılar. Zira Ömer silahlarını
>kuşanmış olduğu halde kapının önünde duruyordu. Hz. Hamza: "Bu Ömer'dir.
>İyi bir niyetle geldiyse mesele yok. Eğer kötü bir düşüncesi varsa, onu
>öldürmek bizim için kolaydır" diyerek kapıyı açtırdı. Resulullah (s.a.s),
>Ömer (r.a)'ın iki yakasını tutarak;
>
>"Müslüman ol ya İbn Hattab! Allahım ona hidayet ver!" dediğinde, Ömer
>(r.a), hemen Kelime-i Şehadet getirerek imân ettiğini açıkladı (İbn Sa'd,
>Tabakatu'l Kübra, II, 268-269; Üsdül-Ğâbe, IV, 148-149; Suyûtî,
>Tarihu'l-Hulefa, Beyrut 1986, 124 vd.).
>
>Rivayetlere göre Ömer (r.a)'ın müslüman oluşu, Resulullah (s.a.s)'ın yapmış
>olduğu; Allahım! İslâmı Ömer b. el-Hattab veya Amr b. Hişam (Ebû Cehil) ile
>yücelt" şeklinde bir duanın sonucu olarak gerçekleşmişti (İbnul-Hacer
>el-Askalânî, el-İsâbe fi Temyîzi's-Sahâbe, Bağdat t.y., II, 518; İbn Sa'd,
>aynı yer; Suyûtî, a.g.e., 125).
>
>Ömer (r.a), risaletin altıncı yılında müslüman olmuştur. O, iman edenlerin
>arasına katıldığı zaman müslümanların sayısı yetmiş seksen kişi kadardı
>(İbn Sa'd, aynı yer).
>
>Mekkeli müşriklerin, gösterdiği zorbaca tepkiden dolayı müslümanlar,
>Beytullah'a gidip namaz kılamıyor ve ancak gizlice bir araya
>gelebiliyorlardı. Ömer (r.a) müslüman olunca doğruca Beytullah'ın yanına
>gitti ve müslüman olduğunu haykırdı. Orada bulunanlar şiddetli tepki
>gösterdi. Ancak o, müşriklere karşı savaşını sürdürerek onların,
>müslümanlara gösterdiği muhalefeti kırdı ve bir avuç müslümanla birlikte
>herkesin gözü önünde Beytullah'ta namaza durdu. Onun bu şekilde saflarına
>katılması müslümanlara büyük bir moral desteği sağlamıştı. Abdullah İbn
>Mes'ud'un; "Ömer'in müslüman oluşu bir fetihti" (Üsdül-Ğâbe, IV,151; İbn
>Sa'd, a.g.e., III, 270) sözü bunu açıkça ortaya koymaktadır. Taberî'nin İbn
>Abbas'tan tahric ettiği bir hadise göre, müslümanlığını ilk ilân eden kimse
>Hz. Ömer (r.a) olmuştur (Suyûtî, a.g.e.,129). Ömer (r.a) benliğini kuşatan
>imanın verdiği heyecanla, küfre karşı açık ve net bir şekilde, hiç bir
>tehdide aldırış etmeden mücadele ediyordu. Müşrikler, şecaat ve
>kararlılığını eskiden beri bildikleri için ona sataşmaya cesaret
>edemiyorlardı.
>
>Müslüman olduktan sonra sürekli Resulullah (s.a.s)'ın yanında bulunmuş, onu
>korumak için elinden gelen gayreti göstermiştir.
>
>O, imân ettikten sonra müşriklere karşı çok sert davranmış ve dinini her
>ortamda, kimseden çekinmeden herkese meydan okuyarak savunmuştur. İslâm
>tebliğinin yeni bir veche kazanması için Medine'ye hicret emrolunduğu zaman
>müslümanlar Mekke'den gizlice Medine'ye göç etmeye başladıklarında, Hz.
>Ömer, gizlenme ihtiyacı duymamıştı. Ömer (r.a), beraberinde yirmi arkadaşı
>olduğu halde Medine'ye doğru yola çıkmıştı. Hz. Ali (r.a) onun hicretini şu
>şekilde anlatmaktadır: "Ömer'den başka gizlenmeden hicret eden hiç bir
>kimseyi bilmiyorum. O, hicrete hazırlandığında kılıcını kuşandı, yayını
>omuzuna taktı, eline oklarını aldı ve Kâ'be'ye gitti. Kureyş'in ileri
>gelenleri Kâ'be'nin avlusunda oturmakta idiler. O, Kâ'be'yi yedi defa tavaf
>ettikten sonra, Makâm-ı İbrahim'de iki rek'at namaz kıldı. Halka halka
>oturan müşrikleri tek tek dolaştı ve onlara; "Yüzler pisleşti. Kim anasını
>evladsız, çocuklarını yetim, karısını dul bırakmak istiyorsa şu vadide beni
>takip etsin" dedi. Onlardan hiç biri onu engellemeye cesaret edemedi
>(Suyûtî, a.g.e., 130). Bunun içindir ki İbn Mes'ud;
>
>"Onun hicreti bir zaferdi" (İbn Sa'd, aynı yer; Üsdül-Ğâbe, IV, 153)
>demektedir.
>
>Ömer (r.a), Medine dönemi boyunca İslamın yücelişini etkileyen bütün
>olaylara aktif olarak iştirak etmiştir. Resulullah (s.a.s)'ın önemli
>kararlar alacağı zaman görüşlerine başvurduğu kimselerin başında Ömer (r.a)
>gelir. Onun ileri sürdüğü görüşler o kadar isabetliydi ki; bazı ayetler
>onun daha önce işaret ettiğine uygun olarak nazil oluyordu. Resulullah
>(s.a.s) onun bu durumunu şu sözüyle ifade etmekteydi: "Allah, hakkı Ömer'in
>dili ve kalbi üzere kıldı" (Üsdül-Ğâbe, IV, 151).
>
>Ömer (r.a), Bedir, Uhud, Hendek, Hayber vb. gazvelerin hepsine ve çok
>sayıda seriyyeye katılmış, bunların bansında komutan olarak görev
>yapmıştır. Bunlardan biri Hicretin yedinci yılında Havazinliler'e karşı
>gönderilen seriyyedir.
>
>Ömer (r.a), bütün meselelere karşı net ve tavizsiz tavır koymakla tanınır.
>Onun küfre karşı düşmanlığı; müşriklerin, İslâma karşı olan saldırılarını
>hazmedememe konusundaki hassasiyeti; bazı kararlara şiddetle karşı
>çıkmasına sebep olmuştur. Hudeybiye'de yapılan anlaşmanın müşrikler lehine
>görünen maddelerine karşı çıkışı bunlardan biridir. Ancak o, Resulün, Allah
>Teâlâ'nın gösterdiği doğrultuda hareket etmekten başka bir şey yapmadığı
>uyarısı karşısında, hemen kendini toparlamış ve olayın iç gerçeğini
>kavramıştı.
>
>Resulullah (s.a.s)'ın vefatının hemen peşinden ortaya çıkan karışıklığın
>Hz. Ebû Bekir'in halife seçilmesiyle yok edilmesinde Hz. Ömer büyük rol
>oynamıştır. Hz. Ebû Bekir'in kısa halifelik döneminde en büyük yardımcısı
>Ömer (r.a) olmuştur.
>
>Hz. Ebû Bekir (r.a) vefat edeceğini anladığında, Hz. Ömer'i kendisine halef
>tayin etmeyi düşünmüş ve bu düşüncesini açıklayarak bazı sahabilerle
>istişarelerde bulunmuştu. Herkes Ömer (r.a)'ın fazilet ve üstünlüğünü kabul
>etmekle beraber, onu bu iş için biraz sert mizaclı buluyorlardı. Hatta
>Talha (r.a) ve diğer bazı sahabiler ona; "Rabbin seni Ömer'i hafife tayin
>ettiğinden dolayı sorgularsa ona ne cevap vereceksin? Bilirsin ki Ömer
>oldukça sert bir kimsedir" demişlerdi. Hz. Ebû Bekir onlara; "Derim ki:
>Allahım! Kullarının en iyisini onlara halife yaptım" karşılığını vermişti.
>Sonra da Hz. Osman'ı çağırarak bir kâğıda Hz. Ömer'i halife tayin ettiğini
>yazdırdı. Kâğıt katlanıp mühürlendikten sonra, Hz. Osman dışarı çıkarak
>insanlardan kâğıtta yazılı olan kimseye bey'at edilmesini istedi.
>Oradakilerin bey'at etmesiyle Hz. Ömer'in II. Raşid halife olarak iş başına
>gelişi gerçekleşmiş oldu (Üsdü'l-Ğâbe, IV,168-199; İbn Sad, a.g.e., III,
>274 vd.; Suyûtî a.g.e., 92-94).
>
>Hz. Ömer Döneminde İslam Devleti ve Fetihler
>
>Resulullah (s.a.s)'ın sağlığında Arap yarımadası İslâmın hakimiyetine boyun
>eğdirilmiş ve insanlar bölük bölük ihtida ederek müslümanlarla
>bütünleşmişlerdi.
>
>Bunun peşinden Resulullah (s.a.s), İslam tebliğinin insanlara
>ulaştırılmasının önünde bir set teşkil eden, müşrik zalim güçlerden biri
>olan Bizans imparatorluğuna karşı askerî seferleri başlatmıştı. Ebû Bekir
>(r.a), Resulullah (s.a.s)'ın vefatından hemen sonra ortaya çıkan Ridde
>hareketlerini bastırdıktan sonra, Bizans hakimiyetindeki topraklara askerî
>akınlar başlatmış, öte taraftan çağın despot devletlerinden ikincisi olan
>İran imparatorluğuna karşı da askerî faaliyetlere girişmişti. Hz. Ömer
>(r.a)'in üzerine düşen, bu siyaseti devam ettirmekten ibaretti. Hz. Ömer
>bir taraftan Suriye'nin fethinin tamamlanması için gayret gösterirken, öte
>taraftan İran cephesinde netice almak için ordular sevkediyordu. Kadisiye
>savaşıyla İran ordusu hezimete uğratılmış ve Kisrâ, saraylarını İslam
>ordusuna terk ederek doğuya kaçmak zorunda kalmıştı. Peşpeşe gönderilen
>ordularla İranın bazı bölgeleri savaş ile, bazı bölgeleri de sulh yoluyla
>İslam'ın hakimiyetine boyun eğdirilmişti. Kuzeye yönelen Muğîre b. Şu'be,
>Azerbaycanı sulh yoluyla ele geçirmişti. Ermenistan bölgesi fethedilen
>yerler arasındaydı.
>
>Suriye'nin fethi tamamlandıktan sonra bu bölgedeki askerî harekât batıya
>doğru kaydırıldı. Etraftaki şehir ve kasabalar fethedildikten sonra Kudüs
>kuşatma altına alındı. Şehirdeki hristiyanlar bir süre direndilerse de
>sonunda barış istemek zorunda kaldılar. Ancak, komutanlardan çekindikleri
>için şart olarak şehri bizzat halifeye teslim etmek istediklerini
>bildirmişlerdi. Durum Ebu Ubeyde tarafından bir mektupla Hz. Ömer (r.a)'a
>bildirildi. Hz. Ömer (r.a) Ashabın ileri gelenleriyle istişare ettikten
>sonra, Medine'den komutanlarıyla buluşmayı kararlaştırdığı Cabiye'ye doğru
>yola çıktı. Cabiye'de yapılan bir anlaşmadan sonra Hz. Ömer, bizzat Kudüs'e
>kadar giderek şehri teslim aldı (H.16-M. 637). Hz. Ömer (r.a) kısa bir
>müddet Kudüs'te kaldıktan sonra Medine'ye geri döndü.
>
>Bu arada İran cephesinde durumlar karışmaya başlamıştı. Hz. Ömer, bölgede
>bulunan orduları takviye ederek İran meselesini kesin bir sonuca bağlamaya
>karar verdi. Hicri 21 yılında başlayan ve sürekli takviye edilen akınlarla
>Azerbaycan ve Ermenistan da dahil olmak üzere, Horasan'a kadar bütün İran
>toprakları İslam devletinin sınırları içine alınmış ve Fars cephesinde
>askerî harekâtlar tamamlanmıştı.
>
>Öte taraftan Amr b. el-As, hazırlayıp uygulamaya koyduğu harekât planıyla
>Mısır'ı fethetmeyi başarmış, müslümanları Mısır'dan geri püskürtmek için
>İskenderiyede hazırlıklara girişen Bizanslıların üzerine yürüyerek burayı
>ele geçirmişti (H. 21). Böylece Suriye'den sonra, Mısır'da da Bizans'ın
>hakimiyetine son verilmiş oluyordu (Şibli Numanî, Bütün yönleriyle Hz. Ömer
>ve Devlet İdaresi, Terc. Talip Yasar Alp, İstanbul t.y., I, 285-286).
>
>İslam ordularının fethettiği bölgelerdeki halk, müslümanlardan gördükleri
>müsamaha ve âdil davranışlardan etkilenerek kitleler halinde İslâma
>giriyorlardı. Asırlarca Bizans ve İran devletlerinin zulmü altında ezilen,
>horlanan topluluklar İslâmın kuşatıcı merhameti ile yüz yüze geldiklerinde
>müslüman olmakta tereddüt göstermiyorlardı. Kendi dinlerinden dönmek
>istemeyenler ise hiç bir baskıya maruz kalmadıkları gibi, geniş bir inanç
>hürriyetine kavuşuyorlardı.
>
>Hz. Ömer, bir taraftan İslâmın insanlığa tebliğinin önündeki engelleri
>kaldırmak için ordular sevkederken, öte taraftan da henüz müesseselerine
>kavuşmamış bulunan devleti teşkilatlandırmaya çalışıyordu.
>
>Hz. Ömer'den önce, orduya katılan askerler ve bunlara dağıtılan paralar
>belirli defterlere yazılıp kayıt altına alınmazdı. Bu durum normal olarak
>bazı karışıklıkların çıkmasına sebep olur, gelir ve giderlerin hesabı
>yapılamazdı. İlk zamanlar buna pek ihtiyaç da yoktu. Ancak devletin
>sınırları genişlemiş ve bu geniş coğrafya içerisinde devletin etkinliğini
>sağlayabilmek için idarî düzenlemeler yapılması zarureti doğmuştu. O, ilk
>olarak askerlerin kayıtlarının tutulduğu ve fey ve ganimet gelirlerinin
>dağıtımının kaydedildiği "divan" teşkilatını kurdu.
>
>Ayrıca, Suriye ve Irak'ta bulunan divanlar varlıklarını korumuşlardır.
>Bunlar vergilerin toplanması ile alakalı çalışmaları yürütmekteydiler.
>Suriye ve Irak'taki divanlar her ne kadar İran ve Bizans malî teşkilatından
>kalma idiyse de, onun Medine'de tesis ettiği divan hiçbir yabancı tesir söz
>konusu olmaksızın, ortaya çıkan ihtiyaçları karşılamak için kurulmuştur.
>
>Hz. Ömer, feyden elde edilen gelirlerden verdiği atıyyeleri bir
>gruplandırmaya tabi tutmuştur.
>
>Hz. Ömer, yargı (kaza) işlerini bir düzene koymak için valilerden ayrı ve
>bağımsız çalışan kadılar tayin eden ilk kimsedir. O, Kufe'ye, Şureyh b.
>el-Haris'i, Mısır'a da Kays b. Ebil-As es-Sehmî'yi kadı tayin etmiştir.
>Onun Medine'deki kadısı Ebû Derda (r.a)'dır. Bu dönemin tanınmış
>kadılarından birisi de Ebu Mûsa el-Eşari'dir. Hz. Ömer, tayin ettiği
>kadılara, görevlerini ne şekilde ifa etmeleri gerektiğine dair talimatlar
>verir ve onların bu çerçeve dışına çıkmamalarını tenbihlerdi (Mustafa
>Fayda, Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, İstanbul 1986, II, 176-177).
>
>Hz. Ömer (r.a)'ın, üzerinde titizlikle durduğu ve asla müsamaha
>göstermediği en önemli konu adâlet meselesiydi. O, mevki, rütbe, soyluluk
>vb. hiçbir ayırım gözetmeden hakların sahiplerine verilmesi için çok
>şiddetli davranmıştır. Bu konuda onun yanında bir köle ile efendisi
>arasında bir fark yoktur.
>
>O, her tarafta adâletin eksiksiz yerine getirilmesi, muhtaç ve yoksul
>kimselerin gözetilmesi için ülkenin en ücra köşelerindeki durumlardan
>zamanında haberdar olmak için imkân oluşturmaya çalıştı. O, muhtaç kimseler
>konusunda din ayırımı gözetmemiş, hristiyan ve yahudilerden olan yoksullara
>da yardımlarda bulunmuştur.
>
>Devletin temel görevlerinden birisi ilmin insanlara ulaştırılmasıdır. Hz.
>Ömer, fethedilen bölgelerde okullar açmış, buralara müderrisler tayin etmiş
>ve Kur'an-ı Kerim'i okumak ve onunla amel edebilmek için gerekli olan
>eğitimin verilmesini sağlama yolunda gayret sarfetmiştir. İslâm'ın,
>müslüman olan insanlara öğretilmesi ve tebliğ çalışmalarının yürütülmesi
>için sahabîlerden ve diğer âlimlerden istifade etmiş ve onları değişik
>bölgelerde görevlendirmiştir. Kur'an, Hadis ve Fıkıh öğretimi ile uğraşan
>bu âlimlere büyük meblağlar tutan maaşlar bağlamıştır. Hz. Ömer, devletin
>her tarafında camiler inşa ettirmişti. Onun zamanında dört bin tane cami
>yapılmış olduğu rivayet edilmektedir (Ahmed en-Nedvi, Asrı Saadet, Terc.
>Ali Genceli, İstanbul 1985, I, 317).
>
>İlk defa bir takvimin kullanılmasına Hz. Ömer zamanında ihtiyaç duyulmuş ve
>böylece Hicret esas alınarak oluşturulan takvimle devlet işlerinde
>tarihleme açısından ortaya çıkan problemler ortadan kaldırılmıştır (H. 16).
>
>İslâm devleti, bağımsız bir devlet olmasına ve çok geniş bir coğrafî sahayı
>kaplayan ekonomik faaliyetlerin yürütülmesine rağmen, kullanılan paralar
>yabancı kaynaklıydı. Irak ve İran bölgelerinde Fars dirhemleri; Suriye ve
>Mısır taraflarında da Bizans dinarları tedavülde bulunmaktaydı. Bu durum o
>devirde henüz hissedilmeye başlanmamış olsa bile, bir ekonomik baskı
>tehlikesini beraberinde getirmekteydi. Hz. Ömer'in, devleti müesseselere
>kavuşturup yapısını sağlamlaştırmaya çalışırken, bu duruma da müdahale
>etmemesi düşünülmezdi. O, Hicri 17 de para bastırarak piyasaya sürdü.
>Ayrıca Halid b. Velid'in Taberiye'de Hicrî 15 tarihinde dinar darbettirdiği
>de bilinmektedir (Hassan Hallâk, Dırâsât fî Tarihil-Hadâretil-İslamiye,
>Beyrut 1979, 13-15).
>
>Hz. Ömer (r.a), İslâm devletinin dışarıdan gelebilecek saldırılara karşı
>güvenliğini sağlamak ve orduları düşman bölgelerine yakın yerlerde
>bulundurabilmek için ordugah şehirler tesis etmiştir. İran ve Hindistan
>taraflarından gelebilecek deniz akınlarına karşı Basra ordugah şehri
>kuruldu. Bu şehrin mevkii bizzat Hz. Ömer tarafından tesbit edilmiştir. O,
>bu iş için Utbe b. Gazvan'ı görevlendirmişti. Utbe, sekizyüz adamıyla o
>zaman boş ve ıssız olan Haribe bölgesine gelip H. 14 yılında Basra şehrinin
>inşasına başladı.
>
>Sa'd b. Ebi Vakkas, Kadisiye'de kazandığı büyük zaferden sonra İran
>içlerine akınlara başlamıştı. Onun ordusu Medâin'de bulunmaktaydı. Ancak
>buranın ikliminin Arap askerlerin sağlığını olumsuz yönde etkilediği
>anlaşılınca, Hz. Ömer, Sa'd'a iklim bakımından uygun ve merkez ile arasında
>deniz bulunmayan bir yer bulup burada bir şehir kurması talimatını verdi.
>Bu iş için görevlendirilen Selmân ve Huzeyfe, Kufe mevkiini uygun buldular.
>H. 17 de kurulan bu ordugah şehir kırk bin kişiyi iskân edebilecek
>büyüklükte inşa edildi.
>
>Amr b. el-As, Mısır'ı fethettikten sonra İskenderiye'yi karargah edinmek
>için Hz. Ömer (r.a)'dan izin istedi. Hz. Ömer (r.a), haberleşme açısından
>endişe duyduğu için Kendisiyle Mısır'daki kuvvetler arasında bir nehrin
>bulunmasını kabul etmedi. Amr, Nil'in doğu yakasına geçerek burada Fustat
>adlı şehri kurdu (H. 21). Bu ordugah şehirlerinden başka yine askerî amaçlı
>merkezler de oluşturulmuştur.
>
>Hz. Ömer'in idare anlayışı Hz. Ömer, toplumu ilgilendiren meselelerde karar
>vereceği zaman müslümanların görüşüne başvurur, onlarla istişare ederdi. O
>"istişare etmeden uygulamaya konulan işler başarısızlığa mahkûmdur"
>demekteydi. İstişarede takip ettiği yöntem şuydu: Önce meseleyi
>müslümanların ulaşabildiği çoğunluğu ile görüşür, peşinden Kureyşliler'in
>düşüncesini sorar, son olarak da sahabilerin görüşlerini alırdı. Böylece en
>isabetli fikir ortaya çıkar ve uygulamaya konulurdu. Hz. Ömer,
>müslümanların yaptığı işlerde bir hata gördükleri zaman kendisini
>uyarmalarını isterdi. Başka dinlere mensup olup, zımmî statüsünde bulunan
>kimselerle alâkalı işlerde de onların görüşlerine baş vurur ve meseleyi
>onlarla istişare ederdi. Bu durum Hz. Ömer'in adâlet anlayışının ne kadar
>kapsamlı olduğunu ortaya koymaktadır.
>
>Hz. Ömer idarede görevlendirdiği memurlarına karşı oldukça sert davranır,
>onların bir haksızlıkta bulunmalarına asla göz yummazdı. Halka karşı ise
>son derece şefkatle yaklaşır, onların varsa gizledikleri problemlerini
>öğrenip çözümlemek için gece-gündüz uğraşıp dururdu. O bu hassasiyetini:
>"Fırat kıyısında bir deve helak olsa, Allah bunu Ömer'den sorar diye
>korkarım" sözü ile ortaya koymaktadır. Hz. Ömer, merkezden uzak bölgelerde
>halkın durumunu yakından görmek için seyahatler yapma yoluna gitmişti. O,
>insanların çeşitli dertlerini uzak diyarlarda olmaları sebebiyle kendisine
>ulaştıramadıklarından endişe ediyordu. Bazı bölgeleri dolaşmasına rağmen
>başka yerlere gitmeyi tasarladığı halde ömrü o şehirlere ulaşmasına
>yetmemişti. İslâm tarihinde adâletin timsali olarak yerini alan Hz. Ömer
>(r.a) hakkında rivayet edilen şu olay onun bu sıfatla bütünleşmiş olduğunun
>en açık delilidir.
>
>Bir defasında Eslem'le birlikte Harra taraflarında (Medine'nin dış bölgesi)
>dolaşırlarken ışık yanan bir yer gördü ve Eslem'e; "Şurada, gecenin ve
>soğuğun çaresizliğine uğramış biri var. Haydi onların yanına gidelim" dedi.
>Oraya gittiklerinde bir kadını iki çocuğuyla üzerinde tencere bulunan bir
>ateşin etrafında otururken gördüler. Hz. Ömer, onlara; "Işıklı aileye selâm
>olsun" dedi. Kadın selâmı aldıktan sonra yanlarına yaklaşmak için izin alan
>Hz. Ömer ona yanındaki çocukların neden ağladıklarını sordu. Kadın,
>karınlarının aç olduğunu söyleyince, Hz. Ömer merakla tencerede ne
>pişirdiğini sordu. Kadın, tencerede su bulunduğunu, çocukları yemek pişiyor
>diye avuttuğunu söyledi ve; "Allah bunu Ömer'den elbette soracaktır" diye
>ekledi. Hz. Ömer, ona; "Ömer bu durumu nereden bilsin ki?" diye sorduğunda
>kadın;
>
>"Madem bilemeyecekti ve unutacaktı neden halife oldu" karşılığını verdi.
>Hz. Ömer bu cevap karşısında irkilerek Eslem'le birlikte doğruca erzak
>deposuna gitti. Doldurdukları yiyecek çuvalını Eslem taşımak istedi. Ancak
>Hz. Ömer (r.a); "Kıyamet gününde benim yüküme ortak olacak değilsin. Onun
>için bırak da yükümü kendim taşıyayım" diyerek buna izin vermedi; çuvalı
>omuzuna aldı ve kadının bulunduğu yere götürdü. Orada bizzat yemeği Hz.
>Ömer (r.a) hazırlayıp pişirdi ve onları doyurdu. Eslem; "O, ateşe üflerken
>şakakları arasından çıkan dumanları seyrediyordum" demektedir. Hz. Ömer
>oradan ayrılırken kadın; "Siz bu işe Ömer'den daha layıksınız" dedi. Hz.
>Ömer;
>
>"Ömer'e dua et. Bir gün onu ziyarete gidersen beni orada bulursun" dedi.
>
>Bu onun insanlara yardım etmede ve mağduriyetlerini gidermede gösterdiği
>hassasiyetin örneklerinden sadece bir tanesidir.
>
>İlmi
>
>Hz. Ömer'in fıkıh ilminde ayrı bir yeri vardır. O, her yönüyle devleti
>teşkilatlandırmaya çalışırken diğer taraftan da bu teşkilatlanmanın alt
>yapısı olan ilmî gelişmeyi sağlayabilmek için gayret sarfediyordu. Fıkıh
>usulünün oluşumu Hz. Ömer (r.a) ile başlar. Fıkıh ilminin temellerini
>meydana getiren kaideleri, karşılaştığı kazâî ve idarî meseleleri çözüme
>kavuştururken takip ettiği yöntemlerle belirlemeye başlamıştır. Ondan sahih
>senetlerle rivayet olunan fıkhî hükümlerin sayısı birkaç bini bulmaktadır.
>Hz. Ömer'in içtihadlarının İslâm hukuku açısından çok büyük bir önemi
>vardır ve Resulullah (s.a.s)'ın hadislerinden başka hiç bir şey onun bu
>içtihadlarının üzerinde değildir (Muhammed Revvâs Kal'acı, Mevsuatu Fıkhı
>Ömer b. el-Hattab, 1981, 8; Bu kitabta Hz. Ömer'in Fıkhî içtihadları bir
>araya toplanarak ansiklopedik bir tarzda tasnif edilmiştir).
>
>Hz. Ömer (r.a), Hadis rivayeti konusunda çok titiz davranmıştır. O,
>Peygamber (s.a.s)'den hadis rivayet eden bazı kimseleri sorguya çekmiş,
>onlardan rivayet ettikleri hadisler için şahid istemişti. Hz. Ömer'in
>kendisinden beş yüz otuz dokuz hadis rivayet edilmiştir (Suyutî, a.g.e.,
>123).
>
>Ayrıca o, Kur'an-ı Kerim'in te'vil ve tefsirinde ilim sahibiydi. İbn
>Ömer'den rivayet edildiğine göre, kendisine Resulullah (s.a.s) hayattayken
>kimlerin fetva verdiği sorulduğunda: "Ebu Bekir ve Ömer'den başkasının
>fetva verdiğini bilmiyorum" karşılığını vermişti (H.İ. Nasan, İslâm Tarihi,
>İstanbul 1985, I, 319).
>
>Şahsiyeti Hz. Ömer, inandığı şeyi yerine getirme hususunda şiddetli
>davranmakla tanınır. O, müslüman olmadan önce ilk iman edenlere karşı sert
>muamele etmişti. Müslüman olduktan sonra ise bu sertliği İslâm'ın lehine
>müşriklere karşı yönelmiştir.
>
>Hz. Ömer Halife olduktan sonra da doğruların uygulanması ve hakkın elde
>edilmesi konusunda titiz davranmaya ve en ufak ayrıntıları bile bizzat
>takip etmeye aşırı dikkat göstermiştir. O, bir şeyi emrettiği veya
>yasakladığı zaman ilk önce kendi ailesinden başlardı. Aile fertlerini bir
>araya toplayarak onlara şöyle derdi; "Şunu ve şunu yasakladım. İnsanlar
>sizi yırtıcı kuşun eti gözetlediği gibi gözetlerler. Allah'a yemin ederim
>ki, her hangi biriniz bu yasaklara uymazsa onu daha fazlasıyla
>cezalandırırım".
>
>Sert bir mizaca sahip olmasına rağmen insanlara karşı oldukça mütevâzî
>davranırdı. Geniş toprakları, güçlü orduları olan bir devletin başkanı
>olması onu diğer insanlar gibi mütevazî ve sade bir hayat yaşamaktan
>alıkoyamamıştır. Pahalı, lüks elbiseler giymekten kaçınır, diğer insanlar
>gibi gerektiğinde alelade işlerle uğraşmaktan çekinmezdi. Tanımayan kimse
>onun müslümanların halifesi olduğunu asla anlayamazdı. Çünkü çoğu zaman
>giydiği elbise yamalarla doluydu.
>
>Hz. Ömer güçlü bir hitabet kudretine sahipti ve konuşurken beliğ bir
>uslubla konuşurdu. Onun üstün kabiliyeti yazı için de geçerliydi.
>Valilerine yazmış olduğu talimatları ve mektupları Arap dili için bir
>numune addedilmekteydi. Hz. Ömer şiire de ilgi duyan ve şiir zevki olan
>sahabilerden birisidir. Çok sayıda Arap şairlerinin şiirlerini ezberlemiş,
>az da olsa şiir yazmıştır.
>
>Hz. Ömer ibadet ederken bütün benliğiyle Rabbine yönelirdi. Halife olduktan
>sonra gündüz işlerinin yoğun olmasından dolayı nafile namazlarını gece
>kılar, ev halkını sabah namazına; "ve namazı ailene emret" (Tâhâ, 20/132)
>mealindeki ayeti okuyarak uyandırırdı. O, her sene haccetmeyi asla ihmal
>etmez ve hac farizasını yerine getirmek için Mekke'ye gelen hacılara bizzat
>riyaset ederdi. Rabbine karşı duyduğu sorumluluğun altında öylesine
>ezilirdi ki, kıyamet günü hesaptan, cezasız kurtulmayı başarabilirse
>sevineceğini söylerdi. O, ölüm döşeğinde bu endişesini şu anlamdaki bir
>beyitle dile getiriyordu:
>
>"Müslüman oluşum, namazları kılıp, orucu tuttuğum müstesna, nefsime
>zulmetmiş bulunuyorum" (Şıblî, a.g.e., II, 373).
>
>Hz. Ömer (r.a)'in, şahsi hayatı oldukça sadeydi. Hz. Ömer (r.a), Bizans ve
>İran'a karşı büyük ordular sevkeden ve onları tarihlerinde pek nadir
>tattıkları sürekli yenilgilerle perişan eden güçlü ve muktedir bir devletin
>başkanıdır. Ama o buna rağmen yamalı elbiseler, eskimiş sarık ve yırtık
>ayakkabılarla hayatını sürdüren bir kişidir. O, bazen dul bir kadına su
>taşırken görülür, bazan da günün yorgunluğunu hafifletmek için mescid'in
>çıplak zemini üzerinde uyuduğuna şahit olunurdu. Medine'den Mekke'ye çok
>sayıda yolculuk yapmış olduğu halde hiç bir zaman yanına çadır almamış ve
>yolda, bir çarşafı dalların üzerine gererek basit bir şekilde dinlenmeyi
>tercih etmiştir. Yine bir gün, Ahnef b. Kays yanında Arapların ileri
>gelenlerinden bazı kimselerle birlikte Hz. Ömer (r.a)'i ziyarete gitmiş;
>onu, elbisesinin eteklerini beline sıkıştırmış olduğu halde koşar bir
>vaziyette bulmuştu. Ömer (r.a), Ahnef'i gördüğünde ona; "Gel de kovalamaya
>katıl. Devlete ait bir deve kaçtı. Bu malda kaç kişinin hakkı olduğunu
>biliyorsun" dedi. Bu esnada biri ona neden kendini bu kadar üzdüğünü ve
>deveyi yakalamak için bir köleyi görevlendirmediğini söyleyince O; "Benden
>daha iyi köle kimmiş?" diyerek karşılık vermiştir (Şıblî, a.g.e., I,
>384-385). Günlük yaşayışını gösteren bu örnekler, Hz. Ömer (r.a)'ın ümmetin
>sorumluluğunu üstlenen kimselerin yüklenmiş oldukları görevleri ne şekilde
>yerine getirmeleri ve makamlarının cazibesine kapılıp sıradan insanların
>yaşayış tarzından kopmadan hükmetmeleri gerektiğini, çağları aşan bir örnek
>sergileyerek ortaya koymuştur. Bir devlet başkanı ancak bu şekilde,
>insanlardan ve onların günlük yaşamlarından kopmadan âdil bir yönetim
>kurabilir. Hz. Ömer (r.a)'a âdil sıfatını kazandıran, onun bu şekilde
>İslâm'ı yeryüzüne hakim kılma yolunda varlığını ortaya koymuş olmasıdır.
>Hz. Ömer (r.a) geçimini ticaretle temin ederdi. Bunun yanında Peygamber
>(s.a.s)'in Medine'de ona bazı tarlalar verdiği de bilinmektedir. Hayber'in
>fethini müteakip burada ele geçirilen araziler, savaşa katılanlar arasında
>taksim edilmişti. Ancak, Hz. Ömer (r.a) kendi payına düşen araziyi
>vakfetmiş ve bir vakıf şartnamesi de düzenlemişti: "Bu arazi satılamaz,
>hibe edilemez ve miras yolu ile sahip olunamaz; geliri fakirlere, akrabaya,
>kölelere, Allah yolunda, yolcu ve misafirlere harcanacaktır. Vakfı yöneten
>kişinin ölçülü olarak yemesinde ve yedirmesinde bir sakınca yoktur"
>(Buharî, Şurût, 19). İslâmda ilk vakıf olayı budur.
>
>Halife olduktan sonra, devlet işleriyle uğraşmasından dolayı kendi
>iaşesinin temini için Ashab'a müracaat etmiş, Hz. Ali (r.a)'ın teklifine
>uyularak ona ve ailesine normal ölçülerde devlet malından geçim imkânı
>sağlanmıştı. H. 15 yılında müslümanlara maaş bağlandığı zaman, ona da ileri
>gelen Ashab'a verilen miktarda, beş bin dirhem maaş tayin edilmişti. Ancak
>onun günlük gideri çok mütevazi meblağdı. Ömer (r.a), yemek olarak
>genellikle şunları yerdi: Ekmek (buğdaydan olduğu zaman kepekli), bazen et,
>süt, sebze ve sirke.
>
>Hz. Ömer (r.a)'ın fazileti ve üstünlüğü hakkında çok sayıda sahih hadis
>bulunmaktadır. Hz. Ömer din konusunda o kadar tavizsizdi ki, şeytanlar bile
>onunla karşılaşmaktan çekinirlerdi. Bir defasında Resulullah (s.a.s)'in
>yanına gitti. Resulullah (s.a.s)'dan bir şey istemek için orada bulunan
>kadınlar, Hz. Ömer'in sesini duyduklarında hemen kalkıp perdenin arkasına
>geçtiler. Hz. Ömer içeri girdiğinde Resulullah (s.a.s) gülüyordu. Hz. Ömer
>ona; "Allah yaşını güldürsün ya Resulullah" dedi. Bunun üzerine Resulullah
>(s.a.s); "Şu benim yanımda olanlara şaşarım. Senin sesini işitince perdeye
>koştular" dediğinde Hz. Ömer; "Ya Resulullah, onların çekinmesine sen daha
>layıksın" dedi. Sonra da kadınlara dönerek; "Ey nefislerinin düşmanları!
>Resulullah (s.a.s)'den çekinmiyorsunuz da benden mi çekiniyorsunuz?"
>diyerek onlara çıkıştı. Kadınlar; "Evet. Sen Resulüllah (s.a.s)'den sert ve
>haşinsin" dediler. Resulullah (s.a.s), Nefsim yed-i Kudretinde olan Allah'a
>yemin olsun ki, şeytan sana bir yolda rastlamış olsa, mutlaka yolunu
>değiştirirdi" (Müslim, Fedâilü's-Sahâbe, 22).
>
>Başka bir rivayette Resulullah (s.a.s) onun için şöyle buyurmuştu:
>
>"Gökte bir melek bulunmasın ki Ömer'e saygı duymasın. Yeryüzünde ise bir
>şeytan bulunmasın ki Ömer'den kaçmasın" (Suyûtî, a.g.e., 133).
>
>Resulullah (s.a.s), hakkı görmek ve onu tatbik etmek konusunda Ömer
>(r.a)'ın üstünlüğünü şöyle ifade etmekteydi: "Sizden önce geçen ümmetlerde
>bazen ilham sahipleri bulunurdu. Eğer benim ümmetimde onlardan biri
>bulunursa, Ömer b. Hattab onlardandır" (Müslim, Fedâilü's-Sahâbe, II). Bu,
>Hz. Ömer (r.a)'ın işlerinde ve verdiği kararlarda isabetli davranmasını bir
>anlamda açıklar niteliktedir. Nitekim Resulullah (s.a.s); Allah doğruyu
>Ömer'in lisanı ve kalbi üzere kılmıştır" (Üsdül-Ğâbe, IV, 151; Suyutî, 132)
>demektedir. Bir defasında da Hz. Ömer'i göstererek şöyle demişti: Bu
>aranızda yaşadığı sürece, sizinle fitne arasında kuvvetlice kapanmış bir
>kapı bulunacaktır" (Suyûtî, aynı yer).
 
Ömer (r.a)'ın bu durumunu bazı konularda inen ayetlerin daha önce onun
gösterdiği doğrultuda olması da te'yid etmektedir. Hz. Ömer şöyle demiştir:
"Rabbime üç şeyde muvafık düştüm: Makam-ı İbrahim'de, hicab'da ve Bedir
esirlerinde" (Müslim, Fedâilüs-Sahabe, II). Hz. Ömer ötekileri
zikretmemiştir. Örneğin münafıkların cenaze namazını kılmaması için
Resulullah (s.a.s)'e inen ayet bunlardan biridir (bk. Müslim, aynı bab; Hz.
Ömer (r.a)'ın görüşleri doğrultusunda nâzil olan ayetler için bk. Suyûtî,
a.g.e., 137-140).

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol